-Ben ölüyorum.
-Ölüyorum ben.
Dünyayı saran pandemi öncesi, tabiatın bu haykırışlarını duymayan insanoğlunun kör dilsiz duruşu, bugünlerin habercisiydi adeta. Virüsün bu öngörülmeyen etkisiyle sarsılan insanoğlunun, doğayla olan ilişkisini sorgulama vakti geldi de geçti bile.
İçinde yaşadığımız bu gezegen, insanın, doğanın yanı sıra birçok farklı türü de içinde barındırmaktadır. Gezegendeki tüm bu elemanlar karşılıklı bağımlılıkla birlikteliklerini sürdürmeleri gerekirken, insan etken birçok faaliyetler her geçen gün dozu artmış bir şekilde bu muazzam ekolojik dengeyi hızla bozmuş, akabinde ciddi hasarların meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Hâl böyle iken tabiatın kendini yenileme gücü, hızlı bir şekilde düşmüştür. Evet, bir yerlerde hata yaptık. Sınırsızca yaşama isteğimiz, bencilliğimiz, her şeye hâkim olma isteğimizin bir sonucu belki de bu son yaşadıklarımız.
Bu evreni muazzam bir biçimde, ne bir eksik ne bir fazla yaratıp tüm canlılar için yaşanılır kılan ve yöneten bir gücün varlığını unutup yenidünya düzenleri kurmaya çalışan ahh insanoğlu!
Evet, birçok yerde hata yaptık. Yapılan bu hatalar dünyanın tüm dengelerini bozacak cinste hatalardı. "Dünyanın çivisi çıktı" ifadesi öyle boş söylenmiş bir cümle değil elbet. İnsan son yüzyılda kendisine bahşedilen akıl faktörünü sınır tanımadan kullanmaya başlaması zaten başlı başına büyük bir hata idi. Yaşadığı süreç içerisinde doğal gördüklerini tehdit olarak algılayıp ortadan kaldırdığından beri daha büyük tehditler ortaya çıkmaya başladı ister istemez.
Doğadaki büyük resim tam da bunu anlatıyor bize. Sınır tanımayan insanoğlunun, aşırı avlanma sonucu doğanın dengesinin bozulduğuna dair güzel bir örnektir kurbağalar. İnsanların, sınırsız tüketimi sonucu sayıları hızla azalan bu hayvanların yokluğunda sinek ve böcek nüfusunda artış görülmesi kaçınılmaz olmuştur. Sineklerin taşıdıkları hastalıklara daha fazla maruz kalmaları sonucu toplu ölümlerle karşı karşıya kalan yine insanoğlunun ta kendisi. Tüm bunlar, bilinçsizce avlanmanın olumsuz anlamdaki yansımalarıdır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. İnsanın kendi ayağına kurşun sıkmasıdır aslında. Keza tropikal ormanlardaki vahşi yaşam alanlarının insanlar tarafından istila edilmesi yine yaşamsal dengelerin bozulma adımlarıdır.
Gelelim bu güne. Karşı karşıya kaldığımız bu pandemi sürecinde nasıl hayatta kalabiliriz, bu süreçle nasıl baş edebilir, pandemiyle nasıl yaşarızın derdine düşen bir insanoğlu var. Görünmez bir savaşın içinde olan insanoğlu. Yaşam adına geçen zamanı yana yakıla arayan bir insanoğlu. Sevinci, derdi, kederi, paylaşamayan insanoğlu. Nefes alıp yaşama tutunmaya çalışan doğanın acınacak durumuna düşen ey insanoğlu! Şimdi şapkalarımızı önümüze alıp düşünme vaktimiz gelmedi mi? Bir düşünelim hele. Neden neden diye? Virüsün çıkış noktası Çin'e ya da virüsün kendisine bela okumayı bırakalım bir yerde.
İnsanoğlu bu hâlde iken yaşadığımız doğaya bir bakalım. Doğanın içinde ama bizim dışımızdaki canlılara bir bakalım. Onlar bizim gibi endişeli mi? Pandemi öncesi gibi zordalar mı? Değil elbet. Hayatın hızlı akışının ertelendiği, üretimin yarı-yarıya düşürüldüğü, belli aralıklarla da olsa insan sirkülasyonunun dışarılardan men edildiği bu süreç içerisinde kendini yenilemeye çalışan dünyayı nasıl görmezden gelebiliriz?
Sanayileşme süreciyle birlikte hızla artan karbondioksit başta olmak üzere sera gazı salınımının yarı yarıya azalması atmosferin bozulan yapısını onarmak için güzel bir fırsat olmuştur. Karantina altında olan bölgelerde azot dioksit oranının önemli ölçüde azaldığı istatistiksel verilerdir. Petrol ve çelik üretimi ve kömür tüketimindeki azalışlar, şehirlerde ve de otoyollardaki araç sayısının, devamında hava trafiğinin azalması zararlı gaz maddelerin emisyonunu düşürmüştür. Bizler fark etmesek de daha temiz bir havayı soluyoruz bu pandemi döneminde.
Bizlerle birlikte yaşayan ya da bizden uzakta yaşamaya çalışan hayvanlar. Evet, onlardan da güzel haberler geliyor. Kısıtlamalar çerçevesinde denizlere açılamayan tekneler. Biliyorum çoğu ekmek tekneleri ama sularının daha az kirlenmesine bağlı olumlu gelişmeler var denizlerden gelen haberlerde.
Kirlilikten kaçan balıkların geriye dönmesi pozitif gelişmeler. İstanbul boğaz trafiğinin azalması her alanda olduğu gibi deniz ekosistemine de olumlu anlamda etkisi olmuştur. Ege sahillerinde fokların, Marmara deniz sahillerinde yunus balıklarının görülmesi, sulak alanları ziyaret eden kuş sayılarındaki ciddi artışlar, hemen hemen hepsi bu dünyada en az insanoğlu kadar hak sahibi olduklarını varlıklarıyla gösteriyorlar. Bu dünyanın içinde biz insanlar unutsak da başka canlılar da var evet. Kısıtlama günlerinde kuyrukları, ayakları olması gereken yerde olan kediler, köpekler. Hangi arabanın altında kalırım korkusu olmadan, salına salına boş caddelerde dolaşmaları onlar adına ne güzel hâller.
Tüm insanoğlunu paniğe sürükleyen bu salgın sürecinde, gezegendeki rolümüzü ve sorumluluklarımızı düşünmek, hatalarımızı gözden geçirip düzeltmek için fırsat olmalıdır bu nahoş durum. Doğanın, hayvanların entübe hâlini görmezden gelemeyiz. Bizim dilimizde olmasa da haykırışlarını duyabilmeliyiz.
Gelecek kuşaklarımızın yaşam kalitesini oluşturmak için ortak sorumlulukları paylaşmak, çözüm üretmek ve en önemlisi yaşamın içinde "ben" değil "biz" olabilmek gerek. Dünyanın yaşı beş milyar yıl iken, insanoğlu son bir milyon yıldır var. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz ki tabiat biz olmadan da var olabiliyor ama insanoğlu, tabiat olmadan, diğer canlılar olmadan hiçbir şekilde var olamayacağını unutmamak gerekir.
Vildan Poyraz Coşkun
Kardelen dergisi
sayı 109, yaz 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder