DÜŞLERİN ÖTESİNE YOLCULUK…
Güneş, sıcaklığını yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştı. İki üç saat öncesinde, bir şeylere çok kızmış ve bunu hissettirmek istermişçesine, yakıcı bir sıcaklık yaymıştı etrafına.
Gül, hem bu kızgın durumun hem de temiz havanın vermiş olduğu bir yorgunluk hissediyordu bedeninde. Bugün güneşi fark etmemişti bile. Eskiden güneşle konuşur onun seyrine doyamazdı. Doğuşu ve batışı farklı anlamlar taşıyordu ona göre. Hayatının kendi istediği anlamda düzende olmaması, yılgınlıklar, kırgınlıklar hemen hepsi bir araya gelmiş, önünde sergilenen muhteşem tabloyu net görmesini engelliyordu.
Birden, annesinin sesiyle daldığı bu düşüncelerden sıyrıldı.
_ Gel kızım, bir şeyler atıştıralım acıkmışsındır şimdi.
“Tamam anne, hemen geliyorum.” diyerek, istemeyerek de olsa kalktı ve yaşadığı tüm olumsuzlukları, kendisiyle birlikte yaşayan anneciğinin yanına gitti. Birçok şeyi onun hatırı için yapıyordu zaten. Onun üzülmesi, özellikle kendisi için üzülmesine katlanamıyordu. Oturup, annesinin hazırladığı kır işi yemeklerden yediler.
Doğa, annesi ve babası için her şey demekti. Her ikisi de toprakla haşır neşir olmaktan dolayı çok mutlulardı. Bu mutluluğu kızlarının da hissetmesini istedikleri için, ısrarla bugün yanlarında getirmek istemişlerdi. Gül de doğayı çok ama çok seviyordu. Toprak, ağaçlar, hayvanlar onun için çok fazla anlam taşıyordu fakat onların anlamları, yaşadığı sıkıntılardan dolayı kaybolmaya yüz tutmuştu.
Akşam olmak üzereydi ve eve gitme zamanı gelmişti artık.. Kardeşinin, kendilerini almak için geldiğini, bulunduğu yüksek yerden gördü. Oğuz nefes nefese kalmış bir şekilde, tepeye tırmandı.
_ Selam ün Aleyküm
_Aleyküm selam Oğuz. Nerde kaldın? Çok sıkıldım seni bekliyordum bende.
_ Neden sıkıldın? İşte geldim ve güzel bir haber getirdim sana abla.
_ Ne haberi?
_ Önce müjdemi isterim, öyle bedava haber kapmak yok.
_ Ne müjdesi oğlum? Müjdeli bir haber almayalı epey bir zaman oldu. Nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyorum
_ Abla sen onu bunu bahane etmeyi bırak ve ne vereceğini söyle, müjdeni al.
_ Oğuz söylesene ne oldu?
_ Abla tam evden çıkarken telefon çaldı. Telefon ilçeden geliyormuş. Birisi seni sordu ve bir okula görevlendirildiğini söyledi. Akşam seni tekrar arayacaklarmış.
Kulaklarına inanamıyordu Gül. Yoksa Oğuz kendisine şaka mı yapıyordu? Eğer öyleyse ondan çekeceği vardı ama Oğuz’un bu konuda şaka yapmayacağından da emindi. Hiç ama hiç beklemediği bu haber karşısında nutku tutulmuştu. Ruhu o an büyük bir değişim geçiriyordu ve bu değişim tırtılın değişimini andırıyordu adeta. Tırtıl artık kanatlanmış, kelebek olmuş ve uçmak istiyordu. Aldığı bu müjdeli haberle birlikte, gözleri güneşin sönen parlaklığına inat, pırıl pırıl parlamaya başlamıştı. Yüzüne uzun zamandır kaybolan, gülümsemesi tekrar yayılmıştı.
Akşamüzeri olmasına rağmen, gün boyu uyuklayan doğanın zamansız canlanışına şahit oluyordu Gül. Oturduğu yerden bir avuç toprak almak istediği anda, birden bir cennet bahçesinde olduğunu fark etti. Gelincikler, papatyalar, kekikler ve ismini bilemediği onlarcası, uyumlu bir şekilde dans ediyordu karşısında. Yapılan bu dansa, ağaçların yaprakları da, eşlik etmekteydiler. Bu efsunlu hava, Gül’ün yüreğinde ilham oyaları ve nakışları oluşturmuştu birdenbire.
Ağaçlar, kendilerinden emin bir şekilde karşısında duruyorlardı ve “ sen de böyle dimdik durmalısın şimdi” der gibiydiler. Kuşlar ise bir koro halinde şarkılar söylüyorlardı bu haberle birlikte. “Bu hareketlilik, bu coşku, hepsi benim için olmalı” diye düşündü.
Karşı yamaca takıldı gözleri. Karşısında ki tablo hiç bu kadar estetik gelmemişti ona. İlk defa görüyormuş gibi doyasıya baktı. Yeşilin her tonuyla bezenmiş ağaçlar özenle yerleştirilmişti sanki. Orada bulunan bir koyun sürüsünün, başlarında ki çobanın kendileri için çaldığı nağmelerle, huzurlu bir şekilde otlamaları ise bu tabloyu tamamlayan diğer bir görsellikti.
Bir an, bu mutlu haberi yanlarına gidip, onlarla da paylaşmak istedi ama çok uzaktaydılar. “Acaba rüzgâr, bu mutlu haberimi onlara ulaştırır mı?” diye geçirdi içinden. Birçokları farkında olmasa da, onların her şeyi hissedebildiklerini biliyordu. Onun fikriyatına göre insanın, mesuliyetinin dışında hayvanlardan bir farkı yoktu aslında.
Ve… bugün hiç ilgilenmediği Güneş, kızıl bir renk almış, karşı tepenin ardından kaybolmaya başlamıştı.“Ben gidiyorum ama yarın senin için ve umutların için tekrar olanca parlaklığımla geleciğim “der gibi göz kırpıyordu ona.
İçindeki fırtınayı bu şekilde yaşarken, uzakta olan annesi ve babası yanlarına geldiklerinde Gül’deki değişimi hemen fark ettiler.
_“Ne oldu hayrola” dedi babası.
_ Baba telefon gelmiş ve beni okul için aramışlar.
_ Ben sana kafanı takma dememiş miydim? İyi hadi bakalım, gözün aydın.
Babası hayallerine kavuşması için elinden geleni yapmıştı. Üzerine düşen mesuliyeti yapmanın verdiği huzurla yere oturdu ve kızının mutlu halini uzun bir süre izledi. Annesi ise, sevincinden konuşamıyor sadece şükür kelimeleri diziyordu, kızının gülen gözlerini tekrar görebildiği için.
Gül, bu rüyadan uyanmak istemiyordu ama eve gitmek için çırpınıyordu da. Yaşadığı bu heyecanla birlikte biraz tedirgindi de. Yıllardır özlemle beklediği bir an olmasına rağmen, nedendi bu tedirginlik? Birden “her şeyin üstesinden gelebilirim “düşüncesi kapladı içini ve biraz rahatladı. Biliyordu ki, bir şeyi çok istemek, başarının başlangıcıydı. “ Rabbim utandırma ” diyerek, dualarını sıraladı ve büyük bir kararlılıkla, “denemeliyim ve başarmalıyım” dedi. Çocukluk özlemini, hayallerini, şimdi sunmuştu Yüce Yaradan. “Ben yapamam “ demek lüksüne sahip değildi. Evet, hayalindeki öğretmen olmalıydı. İçinde biriktirdiği sevgilerini, bilgilerini paylaşmanın zamanı gelmişti artık..
Toplanarak eve doğru hareket ettiler. Eve geldiler ama şimdi sıra beklenen telefonun gelmesindeydi. Kardeşine, saat yedi de arayacaklarını söylemişler ve o da saat yedinin olmasını büyük bir sıkıntıyla beklemeye başladı. Onunla birlikte bütün aile de aynı durumdaydı. Saat yedi buçuğa doğru hayatının akışını değiştirecek olan telefon geldiğinde, yüreği de ağzına gelmişti heyecandan. Telefonu açacaktı da, konuşabilecek miydim acaba? Telefonu kaldırdı:
_ Alo,
_ Hocam iyi akşamlar
O an sadece “ iyi akşamlar” diyebildi. Hayatında duymak istediği iki kelimeden birini, hiç tanımadığı bir insandan duyması Gül ‘ü daha da heyecanlandırmıştı. Heyecanını kontrol etmeye çalışarak telefondaki sese yoğunlaştı.
_ Hocam, okulumuza görevlendirildiniz. Yarın sabah sizi bekliyoruz. Hayırlı olsun.
“Teşekkür ederim Hocam” diyerek nasıl gidileceğini sordu ve telefon görüşmesini tamamladı.
Şimdi sıra sabahı beklemedeydi. Bu bekleme daha da zordu. Erkenden yatarak bunu kolaylaştırmak istediyse de yanıldığını gece anladı. Uyuyabilseydi sabah çabuk olacaktı ama uyuyamadığı için ömrünün en uzun gecesini yaşıyordu Gül. Gece boyunca kıvrandı durdu.
Sabah’ı yorgun ve uykusuz bir şekilde karşıladı. Pencereyi açtığında, akşam göz kırparak ayrılan Güneş’in başını çıkarmış, altın sarısı çehresiyle kendisini selamladığını gördü. Kendisi de karşılık verdi yorgun ama gülen gözleriyle. Hazırlanarak evden çıktı. Okula gidene kadar sürekli dua ediyordu. Okul kapısından içeri girdiğinde, öğrenciler gelen yabancının öğretmenleri olduğunu anlamışlar gibi, gülümseyerek bakıyorlardı ona. Etrafındaki çocukları dikkatlice inceledi. Üzerlerindeki önlükleriyle, örgülü saçlarıyla, küçük bedenlerine taktıkları kravatları ile ne kadar da güzel gözüküyorlardı. Bir öğrenci yanına yaklaşarak “siz bizim öğretmenimiz misiniz ?” demesi, Gül’ü oldukça şaşırtmıştı ve cevap vermeden çocuğun sadece saçını okşadı. Tüm bu yaşadıklarına inanmakta zorluk çekiyordu.
Öğrencilerin arasından sıyrılarak, idarecilerin bulunduğu odaya yöneldiği anda, odadan çıkan bir kişi yanına gelerek, elini uzattı:
“ Hoş geldiniz Hocam, bizler de sizi bekliyorduk. Buyurun oturun, bir bardak çayımızı için, sonra sizi öğrencilerinizle tanıştırırım. Öğrenciler sizin geleceğinizi biliyorlar” dedi.
Artarak devam eden heyecandan, koltuğa yığılırcasına oturdu. Bir bardak çay içtiler ve sınıfa yöneldiler. Sınıftan içeri girdiklerinde, ait olduğu yerde bulunmanın verdiği bir huzur kaplamıştı Gül’ün yüreğini. Müdür yardımcısı öğrencilere, “ çocuklar, sizi öğretmeninizle tanıştıracağım. Beklediğiniz öğretmeniniz geldi. Onu çok seveceğinize ve onu üzmeyeceğinize inanıyorum” dedi ve sınıftan ayrıldı.
Karşısında kendisini izleyen onlarca gözle karşı karşıya kalması, onu artık korkutmuyordu. Önce öğretmen masasına yöneldi ve bir süre inceledi. Tahtaya, tebeşire, silgiye, panolara baktı. Sınıfı ve tüm malzemeleri dün bıraktığı gibi bulmuştu sanki. Öğrencilerle de dün vedalaşmış, bugün “ günaydın ” deyip dersine kaldığı yerden devam edecekmiş gibi hissediyordu.
Gül için yaşam bu saatten sonra başlamıştı. Bu yaşam, beş gün de, beş yıl da olabilirdi. En kısa zaman dilimine bile razıydı o an. Önemli olan, çocukluğundan beri kurduğu hayale şu an kavuşmuş olmasıydı. Zor bir görevin kendisini beklediğinin farkındaydı. Her şeyin üstesinden gelebilirdi de. Tüm zorluklar, bu göreve değer diye düşünüyordu.
Bu düşüncelerle başladığı zorlu yolculuğuna, uzun süredir devam etmesi, Gül için mutlulukların en güzeliydi. Her gün okul kapısından, ilk günkü heyecan ve azmi ile giriyor, onu yıldırmak için çıkan sorunlarla, mesleğine olan tutkusu sayesinde baş ediyordu. “Yüzlerce sevgi alışverişinin gerçekleştirildiği bu ortamda olmak her insana nasip olmaz ”diyerek mesleğine ve yaşama sımsıkı sarılmıştı Gül öğretmen.
Vildan Poyraz Coşkun
17.05.2012
17.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder