Armut Dersem Çık...
"Elma da desen armut da desen ben çıkmam.
Ben çıkmam saklanırım öyle"
Ahmet Erhan
İlerleyen yaşla birlikte, alt beyinde pasif durumda olan çocukluk anılarımız daha fazla kendini hatırlatır olur. Hiç modası geçmeyen popüler çocuk oyunlarındandır saklambaç. Oyun içerisinde kullanılan bir ifadedir, "armut dersem çık, elma dersem çıkma." Bu yazıyı yazmama vesile olan armuttur aslında, elma değil. Bu kadar yazı yazdım ama armudu yazacağım hiç ama hiç aklıma gelmemişti.
Evet, armut yaz meyvesidir ama kışın olan cinsleri de vardır. Birçok insanın damak tadına hitap etmesi de cabası. Armut bu! Öyle alelâde bir meyve değil. Bunu şuradan anlıyoruz ki günlük yaşamda çokça dilimize yerleşmiş atasözlerimizde de geçmekte. Armudun yer bulduğu atasözlerinin etkili nasihatleri barındırması, aynı zamanda ifade zenginliğini de sunması boşuna değil. Hele hele bu sözleri yeri geldiğinde alıp, özenle geleceğe taşıma çabamız ise takdire şayan. Konuşma dilimizi süsleyen bu anlamlı söz zenginliği hangi dilde var ki?
Atalarımızın bu sözlerinin gelecek kuşaklara aktarılması ve etkisini devam ettirebilmesi daha çok yazılı basımlarla olur. Başka bir aktarım şekli ise karşılıklı iletişimlerde, konuşma dilini kullanarak gerçekleştirilir. Çocuklarımıza atasözleri anlamsız gelse de ilk anne, baba ve diğer büyüklerinden duyarlar. Şimdiki neslin çocukları, konuşma içerisinde duydukları bu sözlere "ne alaka" derler ama meraklarından peşini de bırakmazlar. Sorgularlar, dağarcıklarının aldığı oranda izah isterler. Hal böyle olunca yaş gruplarına göre zorlukları olan izahlar başlar ister istemez. "Babasına ne kadar benziyor" dedikten sonraki ilave atasözü, "armut dibine düşer zaten" sözlerini duyan çocukta, düşünce karmaşıklığı başlamış demektir. Yeni nesil çocuklar bunlar. Ingvar Ambjörnsen’nin dediği gibi “armut ağacı eğimli bir yerde ise dibine nasıl düşecek? Düşmez ki” bile diyebilir size. Her türlü şeye hazırlıklı olmanız gerek. Evet, çocuğun yadigâr sözlerle tanışması bu kadar basit iken karşınızdaki çocuk üç, dört ya da beş yaşlarında ise işin içinden çıkılması bir o kadar da zor olacak demektir.
Çevremizde sayıları az da olsa her şeye kusur bulan, kulp takan, memnuniyetsiz kişiler vardır. Bunlar belli bir yaşa geldiği halde evlenmemiş iseler, yaşça büyükler, "armudun sapı var, üzümün çöpü var dedin dedin, bak kaldın yalnız" derler ve çıkarlar işin içinden. Ata yadigârı bu sözleri duyan sözün muhatabı, kimseyi beğenmediğine mi yansın yoksa bu hoş olmayan huyundan dolayı, ataların armutla doldurduğu silahıyla vurulduğunda mı yansın?
Kolaycılık... Çağımızın hastalığı dersem çok abartmış olmam sanırım. Çalışmayı bilerek ve isteyerek rafa kaldıran kişiler çokça.
Bunların bulunduğu ortamlarda -sayıca az olsalar da- işi bilerek ve isteyerek yapanlar da var elbet. Tembellikleriyle tavan yapmış memnuniyetsiz tipler, bu kişileri bildiğiniz kullanırlar. Her şeyin hazırına konmayı alışkanlık edinmişlerdir çünkü. Bu durum aile içerisinde ya da herhangi bir işyerinde de cereyan edebilir. Yok olmaya yüz tutmuş, içeriğinde iyi niyeti, saflığı barındıran bu davranışları, kaba bir terim olacak ama aptallık olarak algılayan bu küçük beyinlerin durum tespitlerini atalarımız şu sözlerle yapmışlardır: “Armut piş, ağzıma düş.” Armut yine görev yerini almıştır bir şekliyle.
Zaman mefhumunu yitirdiğimiz anlar çok olmuştur. Her şeyin bir düzeni bir işleyiş kaidesi vardır elbet. Biz insanoğlu bunları tersine çevirmekte ne de ustayız! Geceler yatmak dinlenmek, gündüzler çalışıp çabalamak içindir der büyüklerimiz. Oysa şimdiki gençlik, "gel gecelere akalım arkadaş. Gün daha yeni başlıyor" mantığıyla hayatlarını yaşıyorlar. Bir başka örnek uzmanlardan sürekli duyduğumuz, "her sebzeyi, meyveyi zamanında tüketin" derler. Güneşin vitaminiyle kızaran domateslerle, kışın seralarda zorla kızartılan domatesler hiç bir olur mu? Atalarımız serayı bilmezlerdi belki ama "armudun önü, kirazın sonu" diyerek her şeyin zamanında yapılmasının önemine dikkat çekmişlerdir.
Her işin bir usulü, bir kaidesi vardır. Bu yöntemler göz ardı edildiğinde istenilen sonuca ulaşmak epey zor olur. Böyle durumlara düşülmemesi için öğüt niteliğindeki sözler karşılar bizi. Atalarımız bu öğüdünde armutla birlikte elmayı da görevlendirmişler ve "armudu say da ye; elmayı soy da ye" demişler. Bu atasözümüzde ifade olarak armut ve elmadan söz edilse bile içerik olarak yaşamsal uyarılar saklı. Armut gibi faydası çok olsa da her şeyi dozunda yemek, her işimizi dozunda yapmak gerekir. Yoksa kişiye geri dönüşümü yarardan çok zarar vereceği edinilen tecrübelerden belli olmuştur. Dengemizi kaybetmeden dengeli olmaya özen gösteren akıllı bireyler her zaman keşkeleri az olan mutlu kişilerdir.
Şimdi sizi şöyle lüks bir restoranda götürmek istiyorum. Akşamın dokuzu. Masalar şık bayanlarla beylerle dolu. Hepsi "ben bir elitim" diyen tipler. Ortamda hafif, kulağa hoş gelen bir müzik ve hoş gelenleri karşılamak için canla başla çalışan garsonlar. Kapıdan gözleri kamaştıran bir çift girer. Çifte ayrılan masalarına doğru yönlendirme görevi Garson Ali’nindir. Bu akşam onların masasıyla o ilgilenecektir. Şıklıkları ile bakışların odağı olan çift masaya oturur ama Ali’nin dikkatini çeken, adamın masaya hemen geçip oturması olmuştur. Güzellik yarışması güzellerini kıskandıracak alımlıkta olan kadın, bu duruma bozulur ve kaçamak mahcup bakışlar atarak sandalyesini çeker oturur. Adam dün gece uykusunu alamamış bir agresiflikte ve kaba bir şekilde garsonu seslenir. Kadın, adama, "ne yapıyorsun? Kendine gel!" der gibi bakar. Diğer masalardakiler de bu yüksek sesle komutlar yağdıran adamdan rahatsız olmuşlardır. Aynı ortamda gelişen bu nahoş durum sonrasında olayın nereye varacağıyla ilgili gündem dışı konuşmalar gelişmişti diğer masalarda. Adamın bu hal ve tavırları alkolün de etkisiyle gece boyunca artarak devam eder. Kadın "yer yarılsa da içine girsem" diye düşünür ve utancından büzülmüş bir şekilde oturur masasında. Ne yediğinden, içtiğinden ne de geldiğinden bir şey anlamıştır. Garson Ali için de zor bir gece olmuştur. Gecenin ilerleyen saatlerinde kadın, hesaba itiraz edip olay çıkaran kocasını kolundan çekiştirerek, zorla mekândan çıkarmaya çalışırken tüm gözler onları izliyordu yine. Kadının mahcup hallerine üzülmüşlerdi. Garson Ali çok bunalmasına rağmen müşterilerini yine de her zaman ki nazik gülümsemesiyle, "yine bekleriz efendim" diyerek uğurladı ama ardından, "Rabbim bir daha karşılaştırma" duasını da etti. O alımlı, zarif, kırılgan kadının haline gece boyunca üzülen Ali, mutfağa geçtiğinde arkadaşlarına "armudun iyisini ayılar yermiş abi. Bu gece buna şehit oldum. Atalarımızı hiç boş adamlar değilmiş" diyerek derin bir ohhh çekti. Naçizane fikrim, armudu hak etmeyen ayılara bırakmayalım lütfen.
Popüler kültürün z kuşağı hedeflenerek sunulan popüler yazarlar, şairler var edebiyat dünyamızda. Arkalarında kocaman editörler, yazım ekipleri mevcut. Yazarın dışındaki herkes profesyonel. Biraz iddialı bir ifade olacak ama alın teri dökmeden bu günleri geldikleri belli. Kendi alın terleri ancak ve ancak kamera karşısında ya da okuyucuya hazır eline verilmiş sözde kitaplarını imzalarken görebilirsiniz. Balon gibi şişirilip uçuruluyor ve bir süre sonra gözden, sözden kayboluyorlar. Tamamen proje bazlı bu yazarların Türk halkının bağrından çıkmadığı kesin. Çıksa Elif Şafak Hanım, güzelim armudu kullanarak hiç Türk kadınlarını hedef göstererek hakaret varî bir demeç verir miydi? Der miydi ki "Türk kadınları! Daracık omuzları geniş kalçaları, yukarıdan aşağıya fütursuzca genişleyen kalıplarıyla her biri küçük bakımsız birer armuttu." diyen ve de binlerce okuyucu kitlesi olan kalem, hadi diyelim bizim sokaktaki Burcu’yu tanımaz ama hiç mi görmedi Çağla Şikel’i, Aleyna Tilki’yi? Hiç mi karşılaşmadı Kastamonu ilimizin geniş omuzlu kadınlarıyla? Neyse susma hakkımı kullanayım ben. Takdir Türk kadınlarının. Neyi, kimi omuzlara aldığımıza, kimleri çocuklarımızın odasındaki raflarda misafir ettiğimize iyi bakalım derim.
Armut diyerek başladım yazıya yine armutla bitirmek lazım yazıyı ama bu sefer ustaların kaleminden nasiplendiğimiz armutlarla.
"Ayıyı armuda bekçi yapanın idrakine, izanına ne deyim?"
Abdurrahim Karakoç
-----
"Sapından kopacak armut değil bu.
Yaralı olsa da düşmez dalından;
Bu yürek benzemez serçe kuşuna!"
Nazım Hikmet Ran
-----
"Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır;
zaman insanları değil armutları olgunlaştırır."
Peyami Safa
Vildan Poyraz Coşkun
Ihlamur Edebiyat Dergisi
Sayı 107, Ekim 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder