"kendimle savaşıyorum
çünkü biliyorum ki ben
kendimi kendimle savaşarak edindim"
Veysel Çolak
"Size göre insan nedir?" diye başlayan soruya her kesimden insanın verecek bir cevabı vardır. Bunların hepsini buraya taşımam imkânsız ama ünlü düşünürlerin bu soruya verdikleri cevaplardan başlayarak yazımı şekillendirmek istiyorum.
Konfüçyus; İnsan, öğrenen hayvandır.
Thales; İnsan, araştıran hayvandır.
Sofistler; İnsan, kazanan hayvandır.
Sokrates; İnsan, sorgulayan hayvandır.
Platon; İnsan, toplumsal hayvandır.
Aristo; İnsan, düşünen hayvandır.
Septikler; İnsan, şüpheci hayvandır.
Stoikler; İnsan, her şeye alışan hayvandır.
Heraklıetos; İnsan, tartışan hayvandır.
J.Locke; İnsan, deneyen hayvandır.
J.Dewey; İnsan, çıkarını düşünen hayvandır.
I.Kant; İnsan, eleştiren hayvandır.
Descartes; İnsan, konuşan hayvandır.
G.W. Hegel; İnsan, sistematik hayvandır.
Gazali; İnsan, tutarsız bir hayvandır.
A.Camus; İnsan, itiraz eden hayvandır.
K.Popper; İnsan, yalanlayan bir hayvandır.
T.Khunn; İnsan, teori kuran bir hayvandır.
K.Marx; İnsan, mücadeleci bir hayvandır.
H.Bergson; İnsan, araç yapan bir hayvandır.
F.Nietzsche; İnsan, düpedüz hayvandır.
Bu düşünürlerin ifadelerinde dikkatimi çeken, ağız birliği etmişçesine, cümleye insanla başlayıp hayvandır diyerek nokta koymaları. Alt alta sıralanmış insan tanımlamalarına bir de halktan birinin cevabını eklemek istiyorum:
"İnsan hayvanoğlu hayvandır."
Bu ifade ilk etapta kaba gelebilir hepimize. "Yok artık!" dediğinizi duyar gibiyim. İnsanı bu şekilde tanımlamasının sebebi ne olabilir? Tüm düşünürlerin "hayvan tanımlamasından” mıdır yoksa yakın zamanda bir insanoğlundan yediği kazıktan mıdır bilinmez ama cevap yüzü gülümseten cinsten.
Tüm düşünürler, bu sorunun cevabını neden "hayvan" kelimesiyle bitirdiler hiç düşündünüz mü? Şöyle ki; hayvan kelimesi "canlı, hayat ve ruh sahibi" manalarına gelmektedir. Hal böyle olunca, bu kelime ilk etapta hissettiğimiz kadar nahoş değildir.
Bu bilgileri yazımı şekillendirmek adına buraya taşıdım. Hani demiştim ya her kesimdeki insanın bu soruya verecek cevabı mutlaka vardır diye. Eğitimci yazar aynı zamanda şair olan Veysel Çolak için insan nedir acaba? Bu soruya verdiği cevap "hayvandır" diye biterse hiç şaşırmam.
Şimdi ne kadar zor bir işi üstlendiğimi fark ettim birden. Bu işin zahmetsiz yolu; açacaksın telefonu, rica edip görüşme talep edeceksin. Soracaksın soruyu ve cevabı buraya taşıyacaksın. İşin normali bu. Biz ne yaptık? Veysel Çolak Hoca'mızın eserlerinden “insana” bakışını yakalamaya çalıştık. Çalıştık çalışmasına ama doğru ifade edemediğimiz durumda ki ‘beni’ hiç düşünemiyorum. Yanına çağırarak bir güzel ders de verebilir. Bu tanışıklığı hiç arzu etmediğimi bilmenizi isterim. Şaka bir yana sadede gelelim artık.
Veysel Çolak'ın insana bakışını sezebilmek adına "Milhan’a Mektuplar" eserinden faydalandım. Başlı başına özel bir eser. Yazarımızın iç dünyasını özenle ve samimi bir şekilde yansıtmakta. Bu eserden "insan" ile ilgili bölümleri taşımak istiyorum siz okurlara.
İçinde genel bir ifadeyi barındırdığını düşündüğüm bir cümlesiyle başlamak gerekirse:
“Kültürel farklılıklar ne olursa olsun insan, dünyanın her yerinde insandır. Bu yüzden kişinin kendini ölçü alması, kendinden yola çıkması, doğruyu bulmak için yeterli olabilir. Gerçekten, niye bir pencere açıp kendi içimize bakmıyoruz ki? " derken, bir özeleştiri gerekliliğine vurgu yapılıyor.
“Hepimiz iletişim yoksuluyuz. Hem biliyoruz ki iletişim iki uçludur. Bir ucu boş bırakıp, diğerinde bulunmak yetmiyor.” diyerek ikili insan ilişkilerinde olması gereken belki de en önemli uyarıyı yapmıştır okuruna.
Bir başka insan ilişkisine örnek ifadeler:
“Hiç kimse birlikte ürettikleri sorunlara içtenlikle sokulmuyor, nedenlerini araştırmıyor. Böyle yapsa sonuçta kendisiyle karşılaşacak. Savaşacağı kişinin kendisi olduğunu görecek. Nedense kaçılıyor bundan.” derken çok güzel bir başka eleştiriyi daha getiriyor.
“Nesneler bile çığlıklar içindeyken, dil çıkarabilme de bir eylemdir ve insanı inan ki diri tutar. Böyle düşünüyorum ve kendimi anlıyorum çünkü.” diyen yazarımıza katılmamak ne mümkün! İnsanın kendisini anlaması, en önemlisi kendinde olması birçok sorunun başlamadan bitmesi demektir.
“Hiçbir şeyin adını koymaya çalışmıyorum artık. Kendisi yok ama adı olan öylesine çok şey var ki dünyada. Sanıyorum ki bu yüzden adı konmasa da var olanların yanındayım.”
“İnsan çoğu zaman kendisiyle başa çıkamıyor. Bencilliğinden mi ne, kalbini atlamıyor. Bu da yanlışlık yapmasına neden oluyor çoğunlukla" diyen yazarımıza cevaben bir satır da ben eklemek isterim. Evet, bu tip insanlar yanlış yaptıklarını bilseler de çoğu zaman -ben-lerini çok sevdiklerinden, bencillikleriyle yaşamayı tercih ediyorlar ne yazık ki.
“Özür dilemek; Toplumumuzda yaşanan bu kolaycılık, insanı yalnızlaştırıyor asıl. İnsanı istismar edilmesini gündemde tutuyor. Özür dilemeyi incelik diye adlandıran anlayış, aslında hatanın çoğalmasını meşrulaştırmış oluyor. Ben burda yokum." diyor yazar. Nasıl güzel bir tespit dimi? Ben de yokum hocam.
“Tanımlamaktan ve tanımladığım ‘şey’i değiştirmekten yana oldum hep. Gayrisi yalan, yanlış olurdu. Aldatılırdım, kendimi aldatırdım. Bugün insanların birçoğunun yaptığı bu.”
“Özgür istemlerin belirleyiciliği daha yapıcı daha üretken, dönüştürücü, saygın olmanın yolu zorunlu olduğunda, yapılan şeylerin hemen hepsi insana itici geliyor. Devrilen bir ağırlığın altında kalmaktır bu da.”
“Kent değiştikçe ölüyor; doğa, tarih, estetik hatta insan... Sadece aşk değişmeyince ölüyor.” derken...
Adına yaşam denilen süreçte herkesin kendi oyununu oynamak zorunda diyen yazar, şöyle devam ediyor:
“Bireysellik. Savunuyoruz da. Oysa daha çok kişiliklerin parçalanması gibi geliyor bana. Yalanın örgütlenmesi. Hep bir duvarı örüyoruz aslında.”
Bir başka ifadesinde; “Herkes bir su belki. Ama alacağı yatağı bulmaktan çok uzak henüz. Oysa bütün bunların özeti; -bağımlılık korkusu- Öte yanda bağımlılık kaçınılmaz.”
“İnsanın bile sanallaştığı bir dönemdeyiz. İnsani olan her şey hızla buharlaşıyor. Buluşturucu olan değerler bir bir yitiyor.” diyen yazarımız, çağımızın hastalıklarından belki de en önemlisinin tespitini yapıyor aslında.
Başka satırlarda, her şeyin başlangıcında hata yapmanın kaçınılmaz olduğunu söyler yazar ve şöyle devam eder: “Edilgen insandan etken insana varmanın temel yollarından biri de bu.” diye düşünüyor.
“İnsanın doğaya ekledikleri-kültür- kavramıyla tanımlıyoruz ama bu yetmemektedir. Çünkü aslolan insanın insana eklediğidir.”
İnsani ilişkileri bir başka boyutta ele alır yazar:
“Bizim kendi seçimimiz dışında sunulan birçok-şey-i yaşamak durumunda kalmıyor muyuz? Çağımızdaki üretim ilişkilerinin getirdiği bir zorunluluk bu.”
Bir başka güncel tespiti şöyle eserde: “İnsanlar arasındaki uzaklık durmadan büyüyor. Kişinin kişiye yabancılaşması bu. İnsanlar yoksullaşıyor. Başka bir gezegenden bakınca dünya bu haliyle çok zavallı görünüyor.” diyerek acı gerçekleri dillendiriyor. İnsanla ilgili tespitler bitmiyor elbet. Tamamı bu kitapta.
Veysel Çolak Hoca'mızın bu eserinden okurları olarak payımıza düşeni aldık velhasıl. Yazarı, eserin kahramanı Milhan'a içini dökerken bulduk ama "Milhan sevgilidir, Milhan vicdandır. Milhan çocukların geleceğidir. Milhan yaşamdır. Bütün insanlardır Milhan." diyerek bir dip not düşmektedir.
Bu eserde araç farklı, amaç farklıdır aslında. Anadolu'da çok kullanılan "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit." deyimini duymuşsunuzdur. Sevgili Milhan'la paylaşılan her şey bir mektubun ötesindedir. Yazarımızı hayata dair, özellikle de insana dair düşüncelerini okuruna iletirken buluyoruz.
Güzel, tadı damağımda kalan bir eser idi "Milhan'a Mektuplar" Türk edebiyatına kazandırdığı eserlerini ve düşünce anlamında kattıklarını daha sonraki kuşakların sahipleneceğine olan inancım tam. Yazarımızın, kulak ardı edilmemesi gereken insanlar hakkındaki tespitlerini değerli bulduğumu belirterek yazımı, özellikle insan hayatı ve felsefesiyle ilgili önemli tespitleri olan Rus yazar Lev Tolstoy'un bir cümlesiyle bitirmek istiyorum.
“Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür de hiç kimse kendinden başlamayı düşünemez”
Veysel Çolak Şiir Diye Bir Kelime
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder