Gizemli Tavuk
Hikâye kitaplarında okuduğum Haidi gibi hissediyordum kendimi. Dedeme değil de halamın yanına tatile gidecektim. Halamın eşi gelmişti beni almaya. Uzun soluklu bir yolculuğun sonunda, duran arabanın kapısını heyecanla açtım ve hızla indim. Sonra da aynı hızla tekrar arabaya döndüm. Küçük el çantamı unutmuştum oturduğum yerde. Pembe pullarla her yeri kaplı çanta benim en sevdiğim çantamdı. Uzun zamandır almayı istiyordum bu çantayı. Annemle babam karne hediyesi olarak almışlardı bana. Bu yüzden çok çok değerliydi benim için. Göğsüme bastırdım iyice. Eniştemin, bıyık altından gülerek beni izlediğini fark ettiğimde, çantamı hemen göğsünden alıp koluma taktım. Kolumda iken kendimden daha bir emin oluyor, küçük hanımefendi görüntümü tamamlıyordu adeta. Çantanın verdiği havayla vücut dilini kullanıyordum kendimce.
Ahşap kapılı iki katlı evin önünde durdum ve kapıya heyecandan olsa gerek, gereğinden hızlı çaldığımı son anda fark ettim ve geri çekildim.
Halamın;
_ G e l i y o r u m m m, dediği duydum içerden.
Uzun zamandır görmediğim canım halamı bir adım ötemde, kapıyı çalış şeklimden korkmasına rağmen gülen yüzüyle görünce, benim yüzümde sevinçten aydınlanıverdi.
_ Hoş geldin kuzummm, dedi ve kucakladı beni.
Biraz çekinmiştim. Nerden baksan bir yıla yakın görüşmüyorduk. Çekinen sadece ben değildim. Halamın arkasından beni izleyen kuzenim Aylin vardı. Olgun başak sarısı saçları, göğü kıskandıracak mavilikteki gözleriyle beni izleyen bir çift göz. Çekingenliğimi üzerimden attıktan sonra ufaklığın yanına gittim ve çantamdan ona getirdiğim hediyeleri çıkarıp uzattım. Birden bire gözleri ışıldayan Aylin’in de çekingenliği ortadan kaybolmuştu bana karşı. Yemek yedik. Yatacağım odaya eşyalarımı götürdüm. Çantamı özenle oda kapısının koluna astım.
Evin etrafını dolaşmaya ve bıraktığım her şey yerli yerinde mi diye bakmaya can atıyordum. Üzerimi değiştirerek Aylin’i de yanıma alarak bahçeye çıktım. Her şey ne kadar güzeldi. Tıpkı eski gelişlerimdeki gibi güzeldi. Yeşilin her tonu gözlerimi doyurmak için yarış içindeydiler sanki. Bir yıl öncesinde aklımda kalan her ayrıntıyı merakla aradım, taradım. Kapıda yanımıza gelen Karabaş sanki beni tanımış gibi sokuldu yanıma. Başını okşadım;
_ Beni tanıdın mı Karabaş. Bak ben yine geldim. Oyunlarımıza kaldığımız yerden devam ederiz dimi?
Karabaşın dışında dokuz, on civarında tavuk vardı evin etrafında. Ne severdim köy yumurtasını! Yemekten ziyade yumurta toplamayı daha çok seviyordum. Tavukları görünce aklıma, düşündükçe daha da merak ettiğim bir soru geldi yine. "Tavuk mu yumurtadan çıkar? Yoksa yumurta mı tavuktan çıkar?" Sorduğum hiç kimseden beni tatmin edecek cevaplar alamamıştım bu güne kadar. "Neyse, bir gün olur bulurum cevabını" diyerek geçiştirdim yine yumurta bilmecesini. Akşam yemeğinden sonra odada Aylin’le oyun oynarken yorgunluktan olsa gerek erkenden uyuya kaldık koyun koyuna.
Günlerim doğa ile içe, oyun oynayarak geçiyordu. Oyun arkadaşlarımız vardı komşu evde. Biri ben yaşlarında, biri de bizim ufaklığın yaşlarında. Evcilik oyunlarımız bazen akşama kadar sürüyordu. Kuzenim konuşmaya yeni yeni başlanmıştı. Dünya tatlısıydı ama bir o kadar da mızıklanan, durmadan ağlayan bir çocuktu. Ama ben yeteneklerimi kullanarak onu nasıl susturacağımı biliyordum. Olmadı huysuzluklarına onu çok sevdiğim için katlanıyordum artık.
Yumurtaları çok seviyorum dedim ya! Bir kaç gün sonra
halama;
_ Hala, tavukların yumurtasını ben toplayabilir miyim? Dedim.
_ Topla kızım ama siyah tavuğun yumurtası kayıp. Kümesin dışında yumurtluyor yirmi gündür. Aradık yumurtalarını ama bulamadık maalesef.
_ Ben bulurum onu, diyerek atıldım.
Halam gülerek;
_ Tamam, sen bul, bütün yumurtalar senin olsun. Yeter ki bul, dedi.
O konuşmadan sonra gözlerim hep siyah tavuğun üstündeydi artık. O nereye, ben oraya. Bu kadar sıkı takibime rağmen gün içerisinde bazen oyun oynarken, " gıt gıt gıdak, gıt gıt gıdak" seslerini duyduğumda çok bozuluyordum. Beni atlatıp o gizli yerinde yine yumurta yaptığını bana haber veriyor gibi hissettiğimde, sinirden kaskatı kesilmiştim. O ise herkesten gizlediği yerinde yumurta yaptığı için keyifliydi. Bu şekilde gururla gezinmesi var ya! Deli olmamak elde değildi. Sonradan öğrendim ki bütün tavuklar yumurtama sonrasında bu şekilde bağırırlarmış.
Aradan yedi gün geçmişti ve herhangi bir gelişme yoktu. Bu iş bu kadar zor olmamalıydı diye düşünmeye başladım. Onur meselesi yapıp daha da hırslanmıştım. Artık tamamen işim bu olmalıydı. Oyun oynamayacak, evin etrafından ayrılmayacaktım. Gözüm hep siyah tavuğun üzerinde olmalıydı hep. İşi savsaklamamak lazımdı. Düşünsenize bir tavuk tarafından aptal yerine konuluyordum. Bir de bu tavuğu ısrarlı takibim, herkesin eğlence malzemesi olmuştu. Onların konuşup konuşup gülüşmeleri beni daha da hırslandırıyordu. Halama;
_ Hala yarın gün aydınlanmaya başlayınca beni hemen kaldır, dedim.
Halam gülerek;
_ Bir işe yarayacaksa kaldırayım kızım, dedi.
Tam istediğim vakitte, gözlerim araba farları gibi bir açılıp bir kapanır vaziyette siyah gizemli tavuğun peşindeydim. Saat sabahın beşi, uzaktan takip başladı yine. O ise hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor, etrafta öylesine dolanıyor gözükse de benim varlığından rahatsız olmuşa benziyordu. Ara ara arkaya dönüp bana baktığını gördüğümde bu kanıya varmıştım. Bu karşılıklı birbirimizi yoklama yarım saat kadar sürdü. Ara mesafeyi koruyarak hareket ediyordum ben. Bu sefer, işi şansa bırakmayacak, gözümü üzerinden ayırmayacaktım. Öyle de yaptım. Sonra evin biraz uzağında bulunan, ineklerin kışlık otlarını depoladıkları ahşap bir yapıya doğru yöneldiğini fark ettim tavuğun. Yoksa! Yoksa! Heyecanlanmıştım birden. Ben de yavaş yavaş ilerledim ve samanlığın yakınında bulunan elma ağacının arkasına gizlendim o da ara ara arkasına bakıp, gelip gelmediğimi yokluyordu sanki. "Bu hayvan gerçekten çok akıllı" diye geçirdim içimden.
Siyah tavuk samanlığın temeli olan kısma doğru gitti. Orada belli belirsiz bir kapı boşluğu vardı. Önü ise bir metreden daha fazla boyda yabani otlar büyümüş ve o kapının önünü tümüyle kapatmıştı. Ne insan tarafından ne de başka bir canlı tarafından giriş- çıkış olduğunu hissettirecek herhangi bir iz yoktu etrafında. Tavuk o kapıdan içeriye yabani otların aralarından geçerek girdiğinde, sevinçten bağırmak istedim ama gizemli tavuğu ürkütmemek için abartılı sevinç çığlıklarımı içimde attım.
Beklemek bu süreçte zordu ama yirmi beş gündür birikmiş yumurtalara kavuşmak hayali bu zorluğu törpülüyordu bir nevi. Yirmi dakika kadar sonra tavuk girdiği sessizlikte, kapı önündeki yabani otlardan aynı ustalıkla çıkarak hiçbir şey yokmuş gibi olay mahallinden uzaklaştı ve bağırmaya başladı her zamanki gibi;
_gıt gıt gıdak, gıt gıt gıdak.
Düne kadar siyah tavuğun çıkardığı bu rahatsız edici sesler şimdi beni hiç rahatsız etmiyordu. Bilâkis çok mutlu olmuştum. Onun yenilgi, benim ise zaferimin işaretiydi bu sesler.
Elime büyük bir sopa alarak ahşap yapının temeline koştum. Kapıya ulaşmak için sopayla yabani otları yere sererek yol açtım kendime. İçerisi toprak zemindi. Gözlerimle taradım her yeri. Köşe de çanak şeklini almış bir çukur vardı. Çanağın içi ise hayal ettiğim gibi çil çil yumurtalarla doluydu. Çocuk dünyamın hazinelerine kavuşmuştum.
Vildan Poyraz Coşkun
01.08.2021
Şehir Defteri
sayı 9, bahar 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder